Covidin ardından..
Görüntüle
TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU (TSSB)’NA REGÜLASYON TIBBI VE NÖRALTERAPİ YAKLAŞIMI
Ömer Soyak1,3, Ferda Firdin2,3, Hüseyin Nazlikul3,4,5
1 Serbest Hekim, Samsun, Türkiye
2 Serbest Hekim, Bursa, Türkiye
3 Bilimsel Nöralterapi ve Regülasyon Derneği, İstanbul, Türkiye
4 Naturel Sağlık - Doğal Sağlık Merkezi, İstanbul, Türkiye
5 Internatinal Federation Medical Associations of Neuraltherapy, Meiringen, Switzerland
Mustafa Kemal Atatürk ve Arkadaşlarının büyük emeklerle kurduğu Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamaya heveslendiğimiz bu yıl, bizim de nöralterapistler olarak bu kutlamaya 2-4 Haziran 2023 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştireceğimiz 9. Uluslararası Nöralterapi Kongresinin hazırlıklarını soluksuz sürdürdüğümüz bir zamanda, ülkemizin bir bölümünü yerle bir eden ve şimdiye değin 50 binin üzerinde insanımızın ölümüne yol açan ve göçük altında kalan insanımızın 200 binin çok üzerinde olduğunu söylenen büyük bir deprem felaketi yaşadık ve hala da yaşamaya devam ediyoruz.
Depremin harabeye çevirdiği coğrafyamızda yaşananları uzaktan izlemek bile nefes almayı zorlaştırıyor ve insanı sarsıyor.
Pazarcık ve Elbistan merkezli depremin şiddeti (7.7, 7.6), etkilediği bölgenin büyüklüğü, yarattığı yıkım ve kayıplar, uzun süre devam eden artçı depremler, geciken kurtarma çalışmaları, depremzedelerin karşılaştığı barınma gibi sorunlar, bu felaketin etkisini önceden yaşanan felaketlerin etkisinin çok üstüne çıkarmıştır…
Travma sonrası stres bozukluğu, yaşanan bir travmanın ardından kişinin uzun süreli stres, kaygı, korku, üzüntü ve diğer belirtiler yaşamasıdır. Deprem sonrası TSSB, depremin etkisi altında kalan kişilerin birçoğunda görülebilen bir durumdur.
İnsan olarak son derece dirençli bir türüz. Var olduğumuzdan beri acımasız savaşlar, sayısız felaketler (doğal ya da insanın neden olduğu) ve kendi yaşamımızdaki şiddet ve ihanetlerden çıkıp toparlanabiliyoruz. Fakat bu travmatik deneyimler tarihimiz ve kültürümüzde büyük ya da küçük, nesiller boyu aktarılan izler bırakmaktadır. Bu izler, yapısal bedenimizde (biyolojimiz ve bağışıklık sistemimizde) ve enerjisel bedenimizde (zihnimiz, duygularımız ve ruhsal sistemimizde) fark edemediğimiz derin etkilere neden olmaktadır. Bu travmalar sadece travmayı yaşayan kişileri değil sosyal çevresindeki herkesi etkilemektedir.
Fiziksel ve psikolojik şiddet, deprem, sel, savaş gibi felaketler, sevilen birinin kaybı ve benzeri olaylar bireyde travma ile ilişkili olarak bazı ruhsal sorunlara neden olabilir. Ortaya çıkan bu soruna Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) adı verilir. Bir travmadan sonra hangi psikolojik ve fizyolojik tepkilerin normal, hangilerinin hastalık olduğunu, kimlerin kendiliğinden şifa bulacağını veya kimlerin uzun süre hasta olarak kalacağını önceden belirleyebilmek kişi ve ailesi için olduğu kadar toplum için de önemlidir. Özellikle deprem gibi doğal felaketlerden ve savaş gibi insan eliyle oluşturulan travmatik yaşantılardan etkilenen kişi sayısının milyonlarla ifade edilmesi konunun ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğunu göstermektedir.
TSSB’nun Önemli Belirtileri Nelerdir?
Yaşanan bir afet sonrası mağdurların yaklaşık %10-15’i olaydan çok kısa bir süre sonra toparlanmaktadır. Yaklaşık %70’lik bir bölümü ise olaydan etkilenmektedir ve “stres tepkileri” göstermektedir. Bu gruba giren kişilere yapılacak her tür destek ve özellikle psikososyal destek çalışmaları çok önemlidir. Kişilerin vermiş oldukları “stres tepkileri”nin uzun ya da kısa süreli olması kendilerine verilen destekle doğru orantılıdır. Geriye kalan %10-15’lik bölüm ise travmatik olaylardan uzun süreli olarak etkilenmektedir.
Bu depremin sonuçlarına yönelik rehabilitasyon önümüzdeki 10 yıl planlı bir şekilde ancak hafifletilebilir. Bunun için de doğru nitelikle bir plan dahilinde ilerlemek gerekir. Çözüm; bir an önce bina yapmaktan önce, planlı bir hazırlık içinde olmak gerektiğini göstermektedir. Çocukların bu travma altından nasıl kalkacağı ve eğitimlerinin nasıl şekillenmesi gerektiği sırf karın doyurmakla olmamalıdır.
Deprem sonrası yaşanan korku ve kaygı, özellikle çocuklar için çok zorlayıcıdır. Bazı çocuklar, küçük yaşlarda normal olan parmak emme, altını ıslatma gibi davranışlara geri dönebilirler. Kabuslar görebilir, yalnız yatmaktan korkabilirler. Okul başarıları etkilenebilir. Ayrıca daha sık öfke nöbeti gösterebilir ya da içlerine kapanıp, yalnız kalmak isteyebilirler.
Depremin, bunu yaşayan insanlar üzerinde çok büyük ve uzun vadeli etkileri vardır ve olacaktır. Deprem bölgesinde bu travmaları yaşamış insanlar başta olmak üzere öncelikle tıbbi ve psikolojik problemlerini çözmek için farklı branşların ortak hareket etmeleri ve hasta odaklı rehabilitasyon hizmeti vermeleri çok önemlidir. Bunun doğru planlanması ve liyakat sahibi insanların öncülüğünde koordinasyonu şart…
Deprem coğrafyası başta olmak üzere tüm toplum olarak yaşadığımız bu durum Travma sonrası stres bozukluğudur. Her yaştan insanda travma sonrası stres bozukluğu olabilir. Özellikle ailelerinde büyük kayıpları olan, uzun süre göçük altında kalan ve onların çıkarılması için çaba içinde olan, çıkarılamayanların tamamımda bu rahatsızlık oluşabilir.
Travma sonrası verilen tepkiler dört ana başlıkta toplanabilir;
1. Fiziksel Tepkiler:
Sözü edilen normal stres tepkileri, vücudumuzda sempatik ve parasempatik sinir sistemine dayalı olarak ortaya çıkar. Sempatik sinir sistemi tehlike algılandığı anda devreye girmektedir. Bedenin tehlikeli durumdan kaçmaya veya tehlikeyle savaşmaya hazırlanması için gerekli değişikliklerin meydana gelmesini sağlamaktadır. Aktivitesi, kalp atışlarında ve nefes alıp vermede hızlanma, terleme, sindirim sisteminde hareketlenme, kaslarda gerginlik, yorgunluk, uykuya dalmada güçlükler olarak sıralanabilir. Ayrıca vücudun değişik yerlerinde ağrı ve acı, iştahta değişiklikler, mide bulantısı ve cinsel dürtülerdeki değişikliklerdir. Tehlike ortadan kalktıktan sonra ise parasempatik sinir sistemi devreye girer. Sempatik sistemin vücutta ortaya çıkardığı değişikliklerin geri dönüşümünü, beden aktivitelerinin normale dönmesini sağlar.
Bütün bu değişikler doğal olarak programlanmıştır ve bu durum normaldir. Hatta hayatta kalmak için gereklidir. Buna karşın bazı durumlarda, sempatik sinir sistemi o kadar yoğun ve uzun süreli çalışmak durumunda kalır ki parasempatik sinir sisteminin devreye girmesi ve işlemin geri dönüşümü güçleşir. Bu noktada psikolojik travmaya bağlı olarak ortaya çıkan bir takım sorunlar söz konusudur. Genel Uyum Sendromu yaklaşımına göre, stres yaratan bir olayla karşılaşıldığında vücut ilk önce dikkatin ve bütün duyuların keskinleştiği alarm durumuna geçer. Daha sonra olayın etkilerini azaltmaya yönelik direnç aşaması ile vücut stres yaratan durumla savaşmaya başlar. Eğer bu aşamada yapılanlar işe yaramazsa, vücutta bir tükenme hali söz konusu olmaktadır ve doku yıkımı, hatta ölüm gerçekleşmektedir. Diğer bir deyişle devam eden yoğun stres karşısında, sıklıkla gözlenen psikolojik tepkilerin yanı sıra vücut da zarar görmektedir.
2. Duygusal Tepkiler:
Travmatik olay karşısında stres sonucu ortaya çıkan duygusal tepkiler eğer ilk iki hafta gözleniyorsa normaldir. Travmatize olmuş kişiler şok, korku, yas, öfke, suçluluk, utanç, çaresizlik, ümitsizlik, duygusal uyuşukluk gibi duyguları yoğun bir şekilde yaşayabilirler. İlk 1-2 haftadan sonra eğer bu duygular varlıklarını ve yoğunluklarını korurlarsa bu, muhtemel bir psikolojik soruna işaret etmektedir.
3. Bilişsel Tepkiler:
Strese verilen bilişsel tepkiler duygusal tepkilerle bağlantılıdır. Verilen bilişsel tepkiler hem olayın kendisi hem de verilen fiziksel ve duygusal tepkiler nedeniyle ortaya çıkabilirler. Söz konusu tepkiler şaşkınlık, dalgınlık, mekan ve/veya zaman oryantasyonunda güçlük, hafıza problemleri ve kafa karışıklığı olarak özetlenmektedir.
4. Kişilerarası Tepkiler:
Aşırı stres durumlarında evde, okulda ve/veya işteki arkadaşlık, eş ve ebeveynlik ilişkilerinde de ortaya çıkan bazı belirtilerden söz etmek mümkündür. İlişkilerde gözlenebilen bu değişiklikleri güvensizlik, tedirginlik, artan çatışma eğilimi, içe kapanma, yalnız kalma ve reddedilmiş hissetme takip etmektedir. Ayrıca uzaklaşma, önyargılı olma eğiliminde artış ve kontrol etme ihtiyacında artış örnek gösterilebilir.
Son yaşadığımız deprem felaketinde olduğu gibi yaşanılan şey katlanılamaz ve dayanılmazdır. Bunu daha önceki deneyimlerimize, bulunduğumuz ortama ve aldığımız destek seviyesine göre hepimiz farklı boyutta yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Ancak TSSB olan hastalar bir yandan yaşadıkları travmayı zihinlerinden atmaya çalışırken, bir yandan da çaresizce normale dönme çabası içinde olurlar.
TSSB olan hastalar her şeyi unutmak isterler. Ancak hayatta kalma modunu sağlayan limbik sistemimiz bu konuda yeterli olamamakta ve en ufak bir stres karşısında uygunsuz bir sempatik aktivite (savaş/kaç/donma) ortaya çıkmaktadır. Bunun sonucunda yoğun olarak salgılanan stres hormonları nedeniyle ölçüsüz ve uygun olmayan duygu ve fiziksel duyumlar, dürtüsel ve saldırgan davranışlar ortaya çıkmaktadır. Kişiler, kontrolden çıktıklarını ve normale gelemeyecek şekilde hasar aldıklarını düşünürler.
TSSB olan hastalarda en önemli biyokimyasal değişim yüksek kortizol seviyeleridir. Travma anında hayatta kalma modu ile yoğun bir deşarj olmakta ama hızla normale dönmek yerine hep yüksek kalmaya devam etmektedir. Bu da hastayı sürekli hayatta kalma modunda tutar. Bu durum, Frontal korteks (ön beyin) - Amigdala - Hipotalamus - Limbik Sistem arasındaki sinir bağlantılarında bozulma ile sonuçlanır. Böylece yönetim, bilinçli beyinden (prefrontal korteks) bilinçsiz beyine (subkotikal) geçer ve travma üzerinden uzun zaman geçmesine rağmen beyin hep alarm durumunda kalır. Sonuç olarak karmaşık seçenekler arasından seçimler yapabilen bilinçli beynin aksine kabaca benzerliklere dayalı tepkiler veren bilinçsiz moda geçer. Bu iki beyin arasında sürekli bir çatışma vardır.
TSSB olan hastaların sinir sistemi görüntüleme çalışmalarının en önemli tespitlerden birisi de travma anında sol beyin yarısının inaktif olduğudur. Bu tespit travmayı anımsatan bir uyarı karşısında neden sessiz ve hareketsiz kaldığımız gibi birçok uygunsuz duygulanım ve davranış bozukluklarını açıklar.
Travmanın ardından dünya, farklı bir sinir sistemi ile algılanmaktadır. Hayatta kalanın enerjisi artık yaşamın akışına katılma pahasına bu kaosu bastırmaya odaklanmaktadır. Katlanılmaz ruhsal ve bedensel tepkilere karşı normale dönme çabası, fibromiyalji, kronik yorgunluk, dikkat ve konsantrasyon bozuklukları ve otoimmün hastalıkları da içeren geniş hastalıklar silsilesiyle sonuçlanabilmektedir. Bu durum hastalıkların tedavisinde bütüncül tedavilerin önemini gösterir.
TSSB, her ne kadar Psikiyatrinin uzmanlık alanıyla ilgili olsa da ortaya çıkan durum aynı zamanda sempatik ve parasempatik sinir sistemi arasındaki dengesizliğe yol açtığı ve bir çok belirti, bu dengesizlikten kaynaklandığı için biz Nöralterapistlere çok iş düşmektedir. Nöralterapi, lokal anestezikler kullanarak bahsi geçen sempatik ve parasempatik sinir sistemi arasındaki dengenin yeniden oluşturulmasında, evrensel kabul görmüş çok önemli, yan etkisi oldukça düşük ve etkili bir tedavi yöntemidir. Nöralterapi alanında uzman bir hekim tarafından doğru teşhis konulması, ardından doğru tedavi seçimi; TSSB’nun iyileştirilmesi ve hasar bırakmaması için son derece önemlidir.
Bu konuda uluslararası geçerliliği olan ve IFMANT’ın kabul ettiği eğitimleri almış olan hekimlere başvurulması optimal fayda sağlayacaktır.
Yıllarca Dernek’te “Etkinliklerin Ardından” başlıklı yazılar yazdım. “Seminerlerin Ardından”, “Sempozyumun Ardından”, “Kongrenin Ardından”, “Alman Hocalarla Eğitiminin Ardından”... 10 sene boyunca hemen her hafta sonu. Bu sebeple ardından yazılarını yazmayı seviyorum. Dönüp de bir bütün olarak bakmak, olayların içinden geçerken anlayamadığın ya da fark edemediklerini ardından yazılarını yazarken görmek bence çok keyifli. Yazmak zaten güzel. Bence herkes yazmalı. Hele ki pandemi sürecinde herkes yazsa ne kadar güzel olurdu. Kişinin kendisi için. Duygularını, korkularını, sevinçlerini, meraklarını, dileklerini ya da sadece yaşadıklarını yazmak. Terapi şekli. Kaleme aldığın her konuda düşünüyorsun. Yazarken çıkanları fark ediyorsun. Değerlendiriyorsun. Rahatlıyorsun ve bir başka açıdan bakarsan da birilerine ulaşıyorsun. Elbet birilerine dokunuyorsun. Neyse konumuza dönersem, Covid’in Ardından. Aslından ardından demek için çok erken hala içindeyiz de o kadar çok şey yaşandı ki. Düşünsenize insanlık aynı korkunun içinden geçmekte. Zengin, fakir, zayıf, şişman, okullu, cahil… Hepimiz aynı korkudan geçiyoruz. Aynı karanlıktan geçiyoruz. Aynı bilinmezlikte yürüyoruz. Uzaktan birbirimize dokunuyoruz. Yalnızlıkla tanışıyoruz. Yalnızlığın korkulacak bir şey olmadığını öğreniyoruz. Ölümle yüzleşiyoruz. Paranın açamadığı kapılar olduğunu görüyoruz. Her gün yeni bilgilere ulaşıyoruz. Hiçbir şey olmasa bile hasta, vaka, ölüm sayıları yeni. Hasta sayısı ile vaka sayısının farklı olduğuna ikna etmeye çalışanları dinliyoruz. Ve daha pek çok şey. Şöyle düşünmeyi denesenize “herkesin bir covid hikayesi var”. 2019 sonu öyle bir başladı ki sakin ve durgun geçen tek bir gün olmadı Yeryüzünde. Bu kadar yoğun yaşandığından sebep de ardından yazısı yazmak istedim. Covid’in Ardından. Sadece bu kadar ardındayız. Sağlıkla kalın…
Kültürlere ait efsanelerde ve resmedildiği sanatlarda Zümrüanka Kuşu, farklı şekillerde tasvir edilmiştir.
Antik İran kaynaklarında kendisini alevlerle kaplayana kadar 1700 yıl civarı yaşadığı, başka kayıtlarda ise ölümsüz olduğu Bilgi Ağacı'nda bir yuvada yaşadığından bahsedilir. Dünya'nın yıkılışına üç defa tanık olduğu söylenmiştir.
Bu süreçte o kadar çok şey görüp öğrenmiştir ki, tüm zamanların bilgisine sahip olduğu belirtilmiştir.
Kendi ölümünün yaklaştığını hissedince kendine dallardan bir yuva inşa eder ve sonrasında bilinmeyen bir sıvıyla bu yuvayı sıvarmış. Ardından güneş ışınları kuru dalları yakar ve bu sayede yanar ölürmüş. Sonrasında küllerinin arasından yeniden bir Anka Kuşu olarak doğarmış.
Gün gelmiş ve Zümrüdüanka Kuşu ortadan kaybolmuş. Bunun üzerine diğer kuşlar onu bulabilmek için yola çıkmışlar. Kaf Dağı'nın tepesinde olduğu için ona ulaşmak çok zorluymuş, yedi dipsiz vadiyi aşmaları gerekliymiş; Devamı için tıklayın
Yönümüzü kaybettiğimizde doğaya bakmak lazım. Canlılığın temeli, hareket etmek, sağlıklı beslenmek ve nefes almaktır. Doğru nefes almak ile ilgili bir yazımı da paylaşacağım sizinle ama bugün, evde kalma döneminde, hareketin iyice azaldığı bu günlerde, egzersizin öneminden bahsetmek istiyorum. Hareket sistemi kemik, eklem, eklem çevresi yapılar ve kaslardır. Bu yapıların hepsi kan damarları ile beslenir, lenf damarları ile artıklardan temizlenir ve sinir lifleri ile komut gelir, hareket organize edilir.
Egzersiz yapmak, belli bir kas eklem grubunu çalıştırmak üzere belirlenmiş olan hareketin tekrarlar ile yapılması anlamına gelir. Sağlıklı bir beden için düzenli egzersiz yapmak gerekir. Egzersiz yapmayan bedeni ne gibi olumsuzluklar ya da tehlikeler bekler? Yıllar içerisinde ve ilerleyen yaşla birlikte; kilo artışı; bağ dokusunun yumuşaması, sarkması; güçsüzlük, dolaşan ağrılar, kaslarının küçülmesi, kemik yapısının zayıflaması, ödem, şişkinlik, selülit, ciltte kızarıklıklar, uyku bozuklukları, kabızlık, mutsuzluk, bağışıklık sisteminin gücünün azalması ve romatizma, tansiyon, şeker ve benzeri hastalıklara yatkınlık... Bu liste daha da uzayabilir ve hepsinin oluşum mekanizması bilimsel olarak açıklanmıştır. Devamı için tıklayın
Üç konu üzerinde kısa kısa açıklamalar yapacağım. Farklı gibi görünen üç konunun kesiştiği nokta aynı. Bakın şöyle:
Merhabalar, günümüz pandemisi ile vitamin mineral kullanımı epey sık konuşulan konular sıralamasında birkaç basamak yukarı çıktı. Yaklaşık 15 senedir sağlıklı beslenme özellikle de hastalıklarda beslenme ile ilgili çalışıyorum. Bu konuda bir de kitabım var. Hastalarıma besin desteği olarak da bilinen vitamin, mineral ve eser elementleri reçete ediyorum. O yüzden lütfen kulak verin bana. Her şeyin başı sağlıklı beslenmek. Sağlıklı ve dengeli beslendiğiniz sürece vücudunuzun ihtiyaç duyduğu her şeyi karşılarsınız. Tabii ki özellikli durumlar da var. Pandemi günlerine ait düzenlediğim bu konuyu akılda kalıcılığı için madde madde özetlemeye çalışayım.
Günlerdir ve haftalardır bizlere yapılan anons şu şekilde "ZORUNLU KALMADIKÇA SOKAĞA ÇIKMAYIN" Uyuyor muyuz.. Çoğunluk HAYIR, UYMUYOR. O zaman üzerinde düşünmemiz gereken bir başka kavram daha var. ZORUNLULUK. Ne demek "ZORUNLU KALMADIKÇA" Özellikle dışarı çıkanlar DÜŞÜNÜN LÜTFEN. Kapıdan dışarı çıkmaya niyetlendiğinizde DÜŞÜNÜN. "çıkmak zorunda mıyım?" diye düşünün. Eğer bir yerde çalışıyorsanız ve işvereniniz varsa ve size izin vermiyorsa ve siz istifa edemiyorsanız? Bu yazı size değil. Bu yazı işverenlerinize. Eğer iş yerinizi bu zor zamanda kapatmayacaksanız ne zaman kapatacaksınız? Çalışanlarınıza şimdi duyarlılık göstermiyorsanız, ne zaman göstereceksiniz? Salgını atlatırsak kendilerinden aynı özveriyi bekleyebilecek misiniz? Bunların hepsi bir yana.. EVDE KALANLAR KENDİLERİ HASTA OLMAKTAN KORKTUKLARI İÇİN KALMIYORLAR.. BİZLER HASTALIĞIN BULAŞMASINI YAVAŞLATMAK İÇİN KALIYORUZ. YANİ ÜZERİMİZE DÜŞEN İNSANLIK GÖREVİMİZİ YAPIYORUZ. HALA SOKAĞA ÇIKAN VE İŞ YERLERİNİ KAPATABİLECEKKEN KAPATMAYAN TÜM DÜNYA İNSANLARINA SESLENİYORUM. ELİNİZİ VİCDANINIZA KOYUN, SORUMLULUKLARINIZI ALIN, HEPİMİZİN AYNI OLDUĞUNU HATIRLAYIN VE EVLERİNİZE ÇEKİLİN...
Bu zor günlerden hep birlikte geçebilmek inancı ile sağlıkla ve evde kalın...
Dr. Tijen Acarkan
Mart 2020
İki yılda bir gerçekleşen Nöralterapi Kongrelerinin yedincisi (VII. Uluslararası Katılımlı Nöralterapi BNR Kongresi) 07-10 Haziran 2018 tarihinde gerçekleştirildi. Bu yılki Kongre aynı zamanda dördüncü Dünya Kongresi idi. Dördüncü Dünya ve yedinci Uluslararası Kongre, Uluslararası Nöralterapi Federasyonu (IFMANT) ile Uluslararası Nöralterapi Cemiyeti (IGNH) çatısı altında, ÖNR, SANTH, DGfAN, Yunanistan, İspanya, Meksika, Ekvator, Brezilya ve Kolombiya Nöralterapi Derneklerinin desteği ve Bilimsel Nöralterapi ve Regülasyon Derneğinin (BNR) ev sahipliğinde, 34 sunum, 11 sözel sunum ve 11 workshop ile gerçekleşti. Çok zengin konuşmaların olduğu kongrede "Faset Eklem" anlattım. Faset eklem omurgamızın eklemlerinden biridir. Boyun ve bel ağrılarının önemli ve sık sebeplerinden biri olan ancak göz ardı edilen eklemlerinden biri olan faset eklemin anatomisi, inervasyonu, çalışma mekaniği, disfonksiyonu, klinikte karşımıza nasıl çıktığı, muayenesi ve tedavisi ile özellikle ayırıcı tanısını, nöralterapi ve manuelterapi bakış açısı ile sundum. Üzerimde emeği olan herkese teşekkür ederim. Kongrede Nazlıkul Ödülü bu sene Lorenz Fischer’e verildi. Tüm Kongre başkanları, 13 eğitmen arkadaşım, yurtiçi yurtdışı konuşmacılar, katılımcı meslektaşlarım, sponsor firmaları ve MetaTurizm’e Kongre Bilimsel Sekreteri olarak çok teşekkür ederim. 2020 Kongresinde görüşmek üzere.
GETAT Kongresi Türkiye belki de Dünya tarihinde bir ilke imza attı. TC. Sağlık Bakanlığı tarafından düzenlenen ve Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) katılımı ile gerçekleşen I. Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Kongresi, İstanbul Kongre Merkezi'nde gerçekleşti. Açılışında çok sayıda ülke sağlık bakanları konuşma yaptı. 4 ayrı salonda tam gün süren ve bakanlık tarafından onaylanan GETAT yöntemleri ile ilgili oturumlar gerçekleşti. Ana salonda çok değerli söyleşiler de yapıldı. GETAT Derneği'nin üyeleri olarak oradaydık. Emeği geçen herkese teşekkürler. 2019 Kongresinde yeniden bir arada olmak üzere.
Dr. Tijen Acarkan
DÜŞÜNMEK GEREKİR
Tercihlerdir hayatımızı belirleyen. Tercih etmek mi? Karar vermek mi? Tercih etmek için seçeneklere ihtiyacımız var. Karar vermek için ise yok. Ancak ikisi için de yapılması gereken temel eylem düşünmek. İster tercih olsun ister karar, düşünmek gerekir. Sakin sakin düşünmek gerekir. Acele etmeden… Zaman ile kavga etmeden…
İnsan olmanın en temel özelliği düşünme yeteneği ise de çoğumuz bu özelliğimizi pek de kullanmıyoruz. Düşünmekten kaçmak için oyalıyoruz kendimizi. Bazılarımız bilinçli olarak, bazılarımız ise farkında bile olmadan. “Düşünmeyi sevmem”, “Kafa yoramam”, “Takmam”, “Takılmam” ya da “Düşünmeye vaktim bile yok”, “Düşünmeye ne gerek var” ya da “Ben hızlı karar veririm” ve en tehlikelisi de “Ben duygularımla hareket ederim” diyerek düşünmekten kaçıyoruz.
Bir de anda kalmayı sevenler var. “Anı yaşamak” adına düşünmeden anda karar verip sonradan düşünenler. Buna geç kalmış düşünme eylemi deniliyor. Adı üstünde geç kalmış olunuyor. Devamı için tıklayın
Nöralterapi Derneği'nin kurucu başkanı ve Hocamız Dr. Hüseyin Nazlıkul, 13. Geleneksel Herget Nöralterapi Sempozyumu'nun Başkanlık görevini kıymetli meslektaşım Dr. Mehmet Ali Elmacıoğlu ile birlikte bana verdi. 7-8 Ekim 2017 tarihinde gerçekleştirdiğimiz sempozyumun ana konusu “FASYA VE KAS İSKELET SİSTEMİNDEKİ ÖNEMİ” idi. Ekip olmak çok güzel bir duygu, hummalı çalıştık, omuz omuza hazırlandık. Bir başladı bir bitti. 20 sunum 3 workshop vardı. İkinci gün nöralterapi bitirme sınavı vardı. Misafir hocalarımız vardı. Ama her şey dakikasına uygun ve büyük bir ahenk içinde geçti. Şimdi oklar 2018 yılı Nöralterapi Kongresini gösteriyor. Emeği geçen herkese, Natürel Sağlık ekibine ve Elvan’a, organizasyonlarımızda hep yanımızda olan Meta Turizm’e, Taksim Point Otel’e, katılımcı firmalara ve tabii ki sempozyuma katılan tüm meslektaşlarıma teşekkür ederim..
Dr. Tijen Acarkan
Birkaç ay önce ilk kitabım çıktı. Adı Holistik Beslenmeyi Keşfet: "Güzel Mutlu ve Sağlıklı". Uzun ve değişik bir isim ama beslenmek de öyle. Uzun bir işlem ve her adımı önemli. Sağlık için sağlıklı beslenmek şart. Beslenme sağlıklı, dengeli, doğru değilse, sağlıklı olmak gerçek bir hayal. Sağlıklı değilsek mutlu olabilmek de mümkün değil. Yani hepsi birbirine bağlı. Çünkü beden bir bütün. Bu bütünselliği görebilmek ise hekimlik sanatının ta kendisi. Beslenme doğru olmadan bağırsakların ve bağırsak florasının sağlıklı olması beklenemez. Kitabın diğer yazarı sevgili Hocam Dr. Hüseyin Nazlıkul'dan öğrendim bunu. Hipokrat söylemiş ilk kez "bütün hastalıklar bağırsakta başlar" diye. Bu bakış açısı ile sağlıklı beden sağlıklı bağırsaklar ile, sağlıklı bağırsaklar da doğru beslenme ile mümkün. Bu kitap ile amacımız beslenme konusunun çok popüler olduğu günümüzde özellikle hastalıklar ile mücadele sırasında daha da önemlisi hastalanmamak için nasıl beslenmeliyizi en sade en yalın şekliyle anlatmaktı. Sevgili Hüseyin Hocam bu kitabı yazmamı en az 5 sene önce söylemişti. Bir sürü tatlı nedenle kitap ancak bu sene sizlerle buluştu. Ben kitabı Hocamdan öğrendiklerim ile kendisinin gösterdiği noktalardan yürüyerek yazdım. Yani kitabı Hüseyin Hocam sayesinden yazdım bu sebeple de kendisinin adının da olması benim için öğrettiği herşey adına bir teşekkür olacaktı. Şükür kendisi bu teklifimi kabul etti. Hatta bir de harika bir bölüm ekledi kitaba ve Holistik Beslenmeyi Keşfet, kıymetli hocamın da adı ile beraber çıktı. Öyle güzel bir duygu ki insanın adının Hocası ile beraber bir kitabın kapağında olması. Kitabımıza her baktığımda kendisine olan teşekkürümü bir kez daha hatırlıyorum. Usta çırak ilişkimizin bir ürünü olarak görüyorum. Kitabın yazımı sırasında çok şey öğrendim. Çok güzel bir tecrübe oldu. Bir eserin yazılması o kadar uzun bir emek istiyormuş ki. Kitapçılarda fiyatlara bakmıyorum artık. Bence yazarı mutlu eden tek şey size ulaşmak. Bu vesile ile önce Hüseyin Hocama ve emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. İkinci kitabın heyecanı sardı. İkinci kitabımda ve diğer kitaplarımda buluşmak üzere..
Dr. Tijen Acarkan
Ölüm.. Yaşamda herkes için sözün bittiği yer...
Acıyı paylaşmak ise ardında kalanlar için yapılabilecek tek şey.
Gerek ülkemizde gerek uluslararası bilim dünyasında önde gelenler, ilkleri söyleyenler, kral çıplak diyebilenler başlangıçta hiç anlaşılmaz.
Meslek hayatımda kendimi çok şanslı hissediyorum. Yaklaşık 10 senedir öğrencisi ve 7 yıla yakın zamandır asistanı olduğum Hocam Dr. Hüseyin Nazlıkul Türkiye'ye geldiğinden beri bağırsakların öneminden bahseder. Probiyotikleri anlatır. Ağır metallerin ne olduğunu söyler.. Besin duyarlılığı der. Hastalık yoktur hasta vardır der. Karbonhidrattan uzak durun der. Hastaya dokunmak, muayene etmek gerektiğini söyler. Ve hastaya bir bütün olarak bakmayı öğretir bize.Devamı için tıklayın
Tüketim toplumuyuz. Çok hızlı tüketiyoruz hem de her şeyi. Parayı, sevgiyi, zamanı, bilgiyi…
Sabahları telefondaki alarmın çalmasıyla hızla yataktan kalkıp, güne başlıyoruz. Çocuklarımızı okula, kendimizi işimize yetiştirmeye çalışıyoruz. Gün içinde daha hızlı teknolojik araçlarla işlerimizi yetiştirmeye çalışıyoruz. Her şeyi google’dan buluyoruz. Her şeye çabuk ulaşıyoruz. Ama çabuk ulaştığımız her şeyin kıymeti ya da tüketimi daha hızlı oluyor. Günün sonuna eve yetişiyoruz. Ailemize yemek yetiştiriyoruz. Hızla yiyoruz yemeklerimizi. Sonra çocuklar ödevlerini yetiştiriyor, bizler de dizilere yetişiyoruz. Ve yorgun daha yorgun uykuya koşuyoruz telaşla. Ve uykuda bile zaman daha çabuk tükeniyor sanki.
Demem o ki, hızlı yaşıyoruz. Teknoloji bize yetişemiyor aslında. Üst model telefonlar, daha hızlı bilgisayarlar, daha hızlı arabalar, daha teknolojik evler. Ama hayatımız kolaylaşacağına daha yorgun ve daha zamansızız hepimiz.Devamı için tıklayın
Yiyecek içecek sektörü, her ülkenin kendi üretimine ve mutfağına göre değişen temel bir pazardır.
Tüm canlıların yaşamlarının devamı için gerekenler; Oksijen, besin ve su. Sağlıklı yaşam bu temel ihtiyaçların temini kadar, denge, miktar ve kalitesine de bağlıdır. Sağlıklı beslenme dediğimiz zaman kast edilen aslında dengeli ve dönüşümlü beslenmedir.
Her yerde, her kaynakta, her söylemde bahsedilir; Sağlıklı beslenin! Dengeli beslenin! Ama nasıl?
Basit düşünelim, evinizde bir bitki yetiştireceksiniz ya da bir hayvan. İlk düşündüğünüz şey nasıl sulanacağı ya da ne yiyeceği olur. Baktığımız canlılara gösterdiğimiz bu özenin çok fazlasını bir ömür boyu kendimize göstermemiz gerekir. Bir ömür boyu diyorum çünkü hastalanıp da sağlığımızı kaybettikten sonraki sağlıklı beslenme çabaları çok anlamlı olmuyor malasef!Devamı için tıklayın
Modernleşen, teknolojikleşen ve bir anlamda hızlanan yaşamımızda, hareketsizleşen tek bir şey var o da; insan!
Temel fizik kanunudur: “Enerji hiçbir zaman kaybolmaz.” Enerji dinamik bir dönüşüm içindedir. Rüzgarın enerjisi elektriğe; suyun hareket enerjisi güce… Ve kullanılamayan enerji de maddeye dönüşür. Amacım sizi çok fazla fizik, kimya kuralları ile yormak değil; demem o ki yemeklerle aldığımız fazla (ihtiyacımızın üzerindeki) enerji (kalori) harcanamadığı zaman, yağa (maddeye) dönüşür. İşte günümüz şişmanlığının temel sebebi budur!
Bu söylediklerim daha çok büyük ve modern şehir yaşamları için geçerli, ama şişmanlık ve kilo ile verilen savaş da yine daha çok büyük şehir insanının takıntısı. İstanbul gibi bir şehirde; sabah erkenden kalkıyor ve iş yerlerimizin kapısına kadar arabalarımızla gidiyoruz. Ya masa başı işlerimiz var ve sandalye tepesinde geçiriyoruz günümüzü ya da gün içi gidilecek olan yerlere yine kapımıza kadar gelen arabalarımızla ulaşıyoruz. Akşam eve dönüş saatleri geldiğinde de yine arabalarımızaDevamı için tıklayın
BEL AĞRISI: Tüm romatizmal yakınmaların üçte birini bel ağrıları oluşturur. Sanayileşmiş ülkelerde yaşayanların yaklaşık % 80’i aktif yaşamlarının bir bölümünde bel ağrısı çekerler. Hastaların % 70’i bir ay, % 90’ı iki ile üç ay içinde iyileşmekle birlikte nüksler sıktır. Hastaların %70’inde üç ve daha fazla nüks olmaktadır. Bel ağrılarının büyük çoğunluğu kronikleşir ve basit hareketlerle tekrarlar. Bel ağrısından kaybedilen iş günü sayısı yaklaşık kalp hastalıklarınkine eşittir.
Bel ağrılarının nedenleri sıralandığında, iltihap, tümör, kırıklar ve enfeksiyonlara bağlı nedenlerin küçük bir grubu oluşturduğu görülmektedir. Sınıflamada en büyük yeri kaplayan grup mekanik kökenli bel ağrılarıdır. Burada patoloji lumbosakral bölgeyi (omurgayı) oluşturan yapılarda sınırlıdır. Bu nedenle tanı konulurken kas iskelet sistemi dışındaki sistemlere ait hastalıklar ve komplikasyonlar değerlendirilmeli ve nedenin başka sistemlere ait olmadığı anlaşılmalıdır.
FASET SENDROMUNDA AĞRI YANSIMALARI: Faset eklemlerdeki dejeneratif değişikliklerle ortaya çıkan bir mekanik instabilite sendromudur. Bel ağrısında, ağrı kaba ve uyluk arka yüzüne yayılabilir. Postür değişiklikleri ile ağrı iyileşir. AltDevamı için tıklayın
12 DEV ADAM... HEPİNİZ HOŞGELDİNİZ...
Sevgili BARNAT okuyucuları, 6 basamak nöralterapi eğitimi, yurtiçi veya yurtdışı en az 2 Kongre katılmı (BNR tarafından iki yılda bir İstanbul’da Ulusal Nöralterapi Kongresi ve yılda bir Herget Tamamlayıcı Tıp Sempozyumları ve iki yılda bir Almanya’da Greifswald Sempozyumu) ve CPR-Nöralterapi Aciller eğitim programı ardından, girilmeye hak kazanılan BNR NÖRALTERAPİ UZMANLIK SINAVI'nın yazılı bölümü bu sene 20 Eylül 2013 tarihinde BNR Eğitim Salonunda ve sözlü bölümü ise 22-23 Eylül'de Sempozyum'da gerçekleşti. Bu emek isteyen sürecin sonunda aramıza harika bir ekip katıldı.
Ekip diyorum çünkü onlar daha ilk kurslarda birbirlerini buldular, aileleri ile birlikte çok şen çok neşeli bir o kadar yenilikçi, üretken ve çalışkan bir grup oluşturdular. Sadece nöralterapi ile kalmayıp, hocamız Hüseyin Nazlıkul'un Türkiye'de Tamamlayıcı Tıbbı öğretme çabasını erkenden anlayıp, diğer tüm kurs ve seminerlere de katıldılar. En kısası 3 senenin sonunda hepsi zaten başarılı oldukları hekimliklerine bir de Nöralterapi ve Tamamlayıcı Tıp vizyonunu ekleyerek hem Nazlıklul'un misyonuna ortak oldular hem de hasta başında çaresiz kaldıkları zamanlar için kocaman bir açılıma sahip oldular.Devamı için tıklayın
Sizlere tamamlayıcı tıp bakış açısının ne olduğunu anlatacağım. İnsan sağlığına bir bütün olarak bakmanın gerekliliğini yazacağım. Bugün batı tıbbının yaşadığı zorlukları dile getireceğim. Neden bazı hastalıkların varlığında doktor doktor dolaşıldığını, gerçekten şikayetiniz varken yapılan yığınlarca labaratuar ve görüntüleme yöntemlerinde nasıl oluyor da hiçbir bulgu olamadığını ama sizin şikayetlerinizin devam ettiğini kaleme alacağım. Farklı bir perspektiften yaklaşacağım sağlığa...
Hastalık yoktur hasta vardır diyeceğim...
Haydi bakalım sağlığa doğru yolumuz açık olsun!
Hastalarıma soruyorum uzun bir sorgulama (tıp dilinde anamnez) sırasında,
“Şu şu şu yakınmalarınızdan başka bir hastalığınız var mı?” diye..Devamı için tıklayın
Suyun vücudumuz için ne kadar gerekli olduğu anlatmama gerek var mı bilemiyorum? Çünkü her dergi her magazin her internet sitesinde ya da gittiğiniz pek çok doktor; “ Çok su içmeniz gerekiyor!” diyor. Ama nasıl spor yapmak yaşam şeklimizin bir parçası olamıyorsa, su içme alışkanlığını da edinemiyoruz maalesef.
Bedenimizin suya olan ihtiyacını anlatabilmek için hastalarımıza verdiğimiz örneği paylaşacağım sizinle:
Dört kişinin yaşadığı bir ev 2 oda 1 salon. Bu evde ortalama 60-70 sene yaşanacağını (ara bakımlarla) düşünün. Ama bu evin su ile ilgili bir sıkıntısı var. Şöyle ki sadece küçük banyonun musluğundan serçe parmak kalınlığında su akıyor. Başka su kaynağı da yok. İşte bu dört kişilik yaşam, çamaşırıyla, temizliğiyle, yemeğiyle, misafiriyle, tadilatlarla…koca bir yaşam bu evde susuz (az suyla) nasıl olabilir bir hayal edin… Geçen zamanla bu evde yaşam ne kadar sağlıklı olur bir düşünün…
İşte su içmeyerek bedeninize de benzer bir durum yaşatıyorsunuz. Bedenin sağlıklı olması için, toksinlerden temizlenmesi için, dolaşımın sağlıklı olması, bedenin kendini yenilemesi için, nefes alması için kısacası tüm yaşamsal fonksiyonları için hergün kilo başına 40 ml su içmeniz gerekir.Devamı için tıklayın
Reflü bir hastalık değil sonuçtur demiştim daha önce sizlere. Barsak florasının bozukluğu olarak tanılanan disbiyozisin bir sonucudur. Mide girişi ve/veya yemek borusu (özofagus) çıkışındaki yapısal bir bozukluğa, gevşeklik ya da yetmezliğe bağlı olarak gelişen reflü, yaygın görülen reflü vakalarının çok az bir kısmını oluşturur. Reflünün en yaygın sebebi barsak flora bozukluğudur.
Barsak flora bozukluğu tıbbi adı ile disbiyozis varlığında barsak mukozasının özelleşmiş yapısı ve geçirgenliği bozulmuş beraberinde bağırsakların doğal ortamında bulunması gereken flora bakterilerinin sayısı azalmıştır.
İşte bu durumun hakim olduğu ince ve kalın bağırsaklarda ne emilim ne sindirim ne de atılım işlemleri sağlıklı bir bedende olması gerektiği gibi olamaz. Besinler sindirilmeye çalışılırken normalin üzerinde gaz açığa çıkar. Bağırsaklarda artan gaz ve bunun neden olduğu klinik tabloysa meteorismus denilmektedir. Bu artan gaz vakanın şiddetine göre mide içeriği ya da sindirim sıvılarıyla beraber yer çekiminin tersi yönde hareketidir reflü. Devamı için tıklayın
Geçen gün bir hastamız kilo almış olduğunu ve kilo vermek istediğini söyledi ve arkasından ekledi; “Aslında fazla kilom var mı gerçekten bilmiyorum ama etrafıma bakınca annem ve annemin arkadaşları, ablam ve onun arkadaşları; komşu teyzeler; dergiler; televizyon her yerde kilo vermekten bahsediliyor, herkes daha zayıf olmak istiyor…” Ne kadar da doğru söyledi 16 yaşındaki genç kızı.
Maalesef artık algılar bozuldu konuya dair. Herkes kilo vermenin gerekliliğinden bahsediyor da bunu tatile gidilecek olmayla, alınan elbisenin yakışmamasıyla, eşinin söylenmesiyle gerekli görüyor. Sağlıktan bahseden yok gibi. Ancak hastalıklar ortaya çıkınca (tansiyon gibi diyabet gibi) sağlık için kilo vermek hedefleniyor.
Peki, neden kilo alıyor yani yağ depoluyor bedenler, önemli olan bu; Çünkü sorun ancak sebebe yönelik bir tedaviyle çözümlenebilir. Herkese aynı diyetle, aç kalarak, ölüm oruçlarına girerek, sadece karpuz yiyerek, 1 kilo salatalık tüketerek kilolarınızla beraber sağlığınızı da verirsiniz.Devamı için tıklayın
Zengin bir mutfağımız var. Bol salçalı bol yağlı ve etli… Hatta et yemeden doymayanlarımız var. Gece uykusundan uyanıp yemek yiyenler var. Yemekten çok ekmek yiyenler ve bunu yanında günde sadece 1-2 bardak su içenler var. Bu saydıklarımın hepsi birer meteorizm yani sindirimin tam olamamasına bağlı gaz oluşum nedenidir.
Besinlerin sindirimi ağızda çiğneme ile başlar. Yutulma ile mideye gelen besinler midenin hareketleri ile mekanik sindirime, mide suları ile kimyasal sindirime uğrar. Enzim ve salgılarla meydana gelen kimyasal sindirim işlemi ince bağırsaklarda maksimumdur. Kalın bağırsaklarda da son emilim işlemi gerçekleştikten sonra atılım gerçekleşir.
Sindirim sırasında belli bir miktar gaz oluşumu doğaldır. Ancak oluşan gaz mide barsak sistemi tarafından kontrollü bir şekilde vücuttan atılır. Ancak kişiyi rahatsız eden ve ne ağız ne de rektal yoldan atılmayan gaz halidir patolojik olan, kişiyi rahatsız eden ve tedavi edilmesi gereken. Devamı için tıklayın
Her yerde, her köşede, her dergi ve gazetede sizlere sağlıkla ilgili öneriler aktarılıyor. İlgisi olanlar okuduklarını uyguluyor, kimileri de burun kıvırıp bildiklerine devam ediyorlar. Günümüz yaşam koşulları sağlığımız için o kadar tehditkâr ki, eski topraklarımız gibi değiliz! Bu sebeple de hepimizin sağlıklı yaşam adına önerileri var. Benim de var:
- Sabah güçlü bir kahvaltıyı mutlaka yapın. Poğaça, simit, börek ve çay, kahveden oluşan kahvaltıların hemen hiç besleyici değeri olmadığını unutmayın.
- Kahve ve koyu çay yerine özellikle doğal bitki çayları için.
- Bütün besinlerin doğal olanlarını tercih edin, besinleri taze olarak tüketin. Katkı maddesi içeren her türlü besinin zararlı olma ihtimalini unutmayın.
- Ana ve ara öğünlerinizde mümkünse ev yapımı yoğurt tüketmeye özen gösterin. Devamı için tıklayın
Cerebral function depends largely on the state of the vascular system. In 70-80% of stroke incidents, the origin is ischemic necrosis. The hemorrhage or, in the case of cerebral embolism, the vascular occlussion is only partly responsible for the functional impairment. The restriction of the blood flow by the vascular nerves further impairs the disturbed part of the cerebrum. Addition a lot of cerebral diseases or complications occur because the waste products that can no longer be removed and stored in the ganglionic cells, causing the restrictionor complete inhibiton of cell function.
Our task consist is increasing the perfussion (in producing relaxation of the vascular spasm and in reducing the damage by bringing about a substantial improvement in the blood supply in the defficient and damaged area) and lymphatic circulation.
Intraveous Procain injection increase capillary resistance and dilate the blood vessels; Quaddels over the parietal bones and injections under the scalp down to the perisotium additionaly help to restore neural equilibrium in the cerebrum beneath; One of the most effective treatment is handled by an injection to the stellate ganglion and servical superior ganglion (supremum). Devamı için tıklayın
Yaz mevsiminin en sıcak günlerindeyiz; her yerde güneşlenmek, daha çok yanmak, bronzlaşmak için çaba harcayan insanlar; bronzlaştırıcı maddelerin reklamları, tanıtımları var. Yani toplu olarak amaç bronzlaşmak…
Aşırı güneş ışığının hücrelerdeki zararlı etkisi kalıcıdır ve birikerek artan bir etkiye sahiptir; bu da ciddi sağlık sorunlarına sebep olabilir. Güneşten gelen zararlı ışınlar, 20’li yaşlardaki insanlarda bile deri, gözler ve bağışıklık sisteminde sağlık sorunlarına yol açabilir.
Gerçekte bronzlaşmak, hücre DNA’mızın zarar görmesini durdurmak için bedenimizin verdiği bir tepki, bir tür savunma mekanizmasıdır. Derimizin hücreleri, güneşten gelen morötesi ışınların verdiği hasarı en aza indirmek ve oluşan hasarı onarmak için çalışır. Ancak bu süreç güneş ışığına aşırı maruz kaldığımızda yeterli olmayabilir.
1960’lı yılların başlarından beri, tüm dünyada cilt kanseri vakalarında önemli bir artış olduğu gözlenmiştir. Uzmanlar bunu, insanların geçmiş dönemlere göre daha fazla güneşte kalmasına ve güneşten yanmış, bronzlaşmış bir cildin güzellik ve sağlık göstergesi olarak kabul edilmesine bağlıyorlar.Devamı için tıklayın
Ülkemizde özellikle Akdeniz ve Güneydoğu bölgelerinde daha çok yetişen biberiye, ince sivri yapraklı ve bol esanslı bir bitkidir. Sağlık ve kozmetik için çeşitli işlemler sonrası farklı kullanımı vardır. İçmek için biberiye çayı, yemeklerimize katmak için biberiye tozu ya da kurutulmuşu, lokal kullanım için yağı, kozmetik amaçlı biberiyeli krem, infüzyon ve karışımlar, banyo suları vb.
Biberiye içeriği sayesinde;
- Kılcal damarları genişleterek kan dolaşımını hızlandırır.
- Özellikle alkole bağlı hasar görmüş karaciğere en çok destek veren bitkilerdendir.
- Sakinleştirici etkisi ile kadınların adet dönemlerini düzenler.
- Safra kesesinin salgısını arttırarak özellikle yağlı yemek sonrası sindirime yardımcı olur.Devamı için tıklayın
Çok fazla yemek yaşlanmaya neden olur?
Bir evin en önemli yeri neresidir? Şüphesiz banyo/tuvalet ve mutfağıdır. Çünkü bu ikisi bir evin yaşamsal anlamdaki temel ihtiyaçlarını karşılandığı bölümleridir. Bunu vücudumuza uyarlarsak vücudumuzun mutfak ve banyosudur mide bağırsak sistemi.
Sağlıklı beslenmeyle başlar tüm yaşam. Bebeğin karşılanması gereken ilk ihtiyacıdır beslenmesi ve takip edilen ilk fonksiyonlarındandır ilk gaitası.
Hayatın yaşamsal tüm prensipleri ve fonksiyonları doğanın her yerinde aynıdır; hücrede, hayvanlarda, bitkilerde, ilkellerde, gelişmişlerde… Devamı için tıklayın
Düzenli yapılan spor ve egzersiz sağlıklı kalmanızda çok faydalıdır!
Düzenli bedensel aktivitenin sağlığımıza kattıklarını göz önünde bulundurduğumuzda bedensel aktivitenin temel yaşamsal ihtiyaçlarımızın arasında yer alması gerektiğine inananlardanım ben de. Ancak toplum olarak sağlık açısından iki büyük eksiğimiz var. Bunlardan birincisi su içmiyoruz. İkincisi de spor yapmıyoruz.
Düzenli spordan kastettiğimiz haftada en az 2 ya da 3 kez ve en az 45 dakika süreli yapılan bedensel aktivitedir. Önemli bir diğer kriter ise yapılan spor her ne ise de yaz aylarına yakınken kilo vermek için başlanıp kış gelince bırakılan değil. Yaz kış sürekli ve düzenli olarak yapılan, yani yaşam şeklinizin bir parçası haline gelen sporu kastediyoruz.
İşte bu şekilde bedensel aktivitenin faydalarını da şu şekilde sıralayabiliriz: Devamı için tıklayın
Açlık karşısında nasıl daha dayanıklı olunabilir?
Vücudumuzun rafine gıda yani işlem görmüş gıdalara hiç ihtiyacı yoktur. İhtiyacı bir kenara bırakın, özellikle beyaz un ve şeker içeren besinler, bağırsaklarımızın sindiriminde zorlandığı besinlerdir. Lezzet ayrı ama konu sağlığa gelince... sadece kilo vermek için değil, sağlıklı olmak için özellikle de vücudumuzun en çok desteğe ihtiyaç duyduğu kronik hastalıkların varlığında uzak durmamız gereken gıdalardır.
Bu sağlıksız ama lezzetli gıdalardan uzak kalabilmek için birkaç yöntem sizin için faydalı olabilir:
· Açlık hissini duyar duymaz hemen bir şeyler atıştırmayarak, bir süre (10 dakika kadar) bekleyin. Bu süre içinde açlık hissiniz herhangi bir gıda almadan da azalma ihtimali yüksektir.
· Açliğiniz an hemen bir bardak su için. Mideniz dolduğunda doyma refleksi sayesinde açlık hissinizi kandırmış olacaksınız. Mide dolduğu için açlığı daha iyi tolere edebilirsiniz. Devamı için tıklayın
Bedensel toksinlerde arınmanın adı detoksifikasyondur. Halk arasında detoks olarak adlandırılır. Detoksifikasyon organizmanın kendisine zararlı olan toksik maddelerden temizlenmesi anlamına gelir. Şu veya bu şekilde bedenimizi kirleten çevresel toksinleri gideren detoksifiye edici yöntemleri (detoks kürleri) ve araçları kullanmamız sağlıklı ve uzun bir yaşam için gereklidir.
Vücudumuza zarar veren bu maddeler; dokularımızın, organlarımızın, hücrelerimizin ve hücre içi organellerin başlıca düşmanlarıdır. Kişi kendisini rahat hissetmeyip böyle bir takım huzursuzluklarla hekimine başvurduğunda tabii ki laboratuarda yapılacak olan kan, idrar, dışkı, saç analizleri, karaciğer fonksiyon testleri sonucu, hekim gözetiminde detoksifikasyon uygulamalarının yapılması sağlıklı bir uygulama açısından çok anlamlı olacaktır.
Ancak ciddi bir rahatsızlığınız yoksa ve kışın bedeninizden biriktirdiğiniz toksinlerde uzaklaşmak arzusundaysanız hocamDevamı için tıklayın
Migren halk arasında yarım baş ağrısı diye bilinen, genellikle başın ve yüzün yarısını kaplayan özel bir baş ağrısıdır. Migrenli kişilerin büyük çoğunluğunda baş ağrısı en azından atağın başlangıcında başın bir bölgesinde başlar. Bu özelliği sebebi ile yarım baş ağrısı olarak da bilinir.
Türkiye’de 1998 yılında yapılan bir araştırmaya göre 15-55 yaş grubunda baş ağrısı görülme sıklığı %16.4 olarak bulunmuştur. Bu oran kadınlar için %21.8, erkekler için %10.9’dur.
Migren tipi baş ağrısının özellikleri
* Ağrı bazen enseden başlar, bazen de yeri tarif edilemeyecek şekilde seyreder. Bazen baş ağrı ile beraber ağrı olabilir.
* Genellikle zonklayıcıdır, giderek şiddetlenir, ense kökü ve sırta yayılır. Devamı için tıklayın
SİSTİT, idrar kesesinin (mesane) iltihaplanmasıdır ve idrar yolları ile üreme sisteminin en sık görülen hastalıklardan biridir. Zamanında tedavi edilmezse hastalık böbrekleri de etkileyecek biçimde yayılabilir ve kalıcı hasarlar oluşturabilir.
Normalde bakteriler üreme organları ve anüs bölgesinde yaşamaktadırlar. Bazen bu bakteriler alt idrar yollarını aşarak mesaneye ulaşırlar. Mesaneye ulaşan bakteriler idrar ile dışarı atılırlar. Ancak mesaneye gelen bakteri sayısı atılandan fazla ise mesanede ve daha sonraki aşamada böbreklerde iltihaplanmaya yol açarlar.
Bulaşma cinsel birleşme esnasında veya genital temizliğin az olduğu durumlarda oluşabileceği gibi uzun süre idrar tutulması, idrar yollarını daraltıcı hastalıklar, menapozda düşük östrojen seviyesi nedeniyle de oluşabilir.Devamı için tıklayın
Bazen yaşantımızda öyle durumlar ile karşı karşıya kalırız ki korkmamıza hatta çok korkmamıza rağmen yapılması gerekeni yapmaktan başka hiç bir alternatifimiz olmaz. Karşı karşıya kaldığımız durumun o şekilde olmasını hiç istememişizdir. Hatta olmasını istemediğimiz durumu tüm etkileşimleri ortadan kaldırmak adına aklımıza bile getirmemişizdir. Ama istemediğimiz o an, her şeye rağmen ana gelir ve bir sürü çift göz size bakar. Eğer her koşulda yanınızda olan, her an yan yana durduğunuz çok sağlam bir çift omuz varsa yanınızda çok şanslısınız. İşte böyle başladı 2013 Greifswald yolculuğumuz bu sene...
Beklenmeyen bir talihsizlikle, Hüseyin Hocamız bu sene 3. BNR Greifswald Sempozyumunda bize liderlik edemedi. Ancak sadece fiziksel olarak yapamadı bunu. Oysa tüm enerjisiyle, ruhuyla her an hepimizin yanındaydı. Her sunumda, her diseksiyon masasında, her tartışmada, her soruda,Devamı için tıklayın
Bu kadar çok yabancı konuşmacının olduğu bir başka kongre daha yapılmış mıdır acaba?
Son hatırladığım, 2010 yılında yapılan III. Kongre'nin ardından BNR yönetim kurulu olarak toplantı yapıyorduk ve şöyle demiştim: "Bir sonraki kongreye daha çok zaman var!" Ne kadar çabuk geçti koskoca iki yıl, 24 ay ve bir sürü eğitim... ve gözümüzü açtık kapadık o muhteşem 4 gün de geçti ve Tamamlayıcı Tıbbın Türkiye'deki sayfalarında yerini aldı.
14-17 Haziran 2012 tarihinde İstanbul'da yapılan IV. Nöralterapi Kongresi'nden bahsediyorum. 24 yabancı konuşmacının olduğu ve otuzun üzerinde sunum yaptıkları; 23 tane birbirinden güzel workshop'un gerçekleştirildiği, herkesin son derece memnun ayrıldığı kongreden. Yabancı konuşmacılar başlıca Almanya olmak üzere Avusturya, İsviçre, Yunanistan, Bulgaristan, Amerika, İspanya'dandı. Hepsi kendi alanında akademikDevamı için tıklayın
Bir kongre sonrası daha, yine farklı ve çok başarılı, çok düzenli ve bilgi dolu, uygulama dolu bir kongre... ZAEN tarafından düzenlenen 122. Tamamlayıcı Tıp Kongresinden bahsediyorum. 21-25 Mart 2012 tarihleri arasında gerçekleşen bu Kongrede Tamamlayıcı Tıbbın neredeyse bütün branşları ile ilgili konunun duayenleri tarafından verilen sunumlar, bildiriler ve birbirinden güzel worshoplarla geçen bu kongreye, Hocamız Hüseyin Nazlıkul, beni ve Dr. Demet Erdoğan'ı da yanında götürdü.
İlk gün Dr. med. Monika Pirlet-Gottwald'ın, bir günlük beslenme konulu seminerine; ikinci gün Dr.Antonius Pollman'ın "Topografik-Fizyolojik Akupunktur" seminerine katıldık.
Üçüncü gün bizim için çok heyecan vericiydi, çünkü "Nöralterapi Spesyalist" kursu vardı. Kimler yoktu ki; Başta Hüseyin Nazlıkul, Hans Barop, Lorenz Fischer, Rudolf Hausmann, Armin Reiter, Bern Belles, İmke Plischko. Katılan Nöralterapistler en az 5-6 senelik uzmanlardı. Dört bölümde geçti kurs, önce sunumlar yapıldı ve arkasından uygulamalar yapıldı. Bir coşku bir heyecanla...Duayenlerin birbirlerinin öğrencilerine yeni yöntemler göstermenin getirdiği dinamizm içerisinde.Devamı için tıklayın
Üç sene aradan sonra Almanya’nın Baltık Denizi kıyısındaki 70 bin nüfuslu küçük, huzurlu ve bilime ev sahipliği yapan tarihi 22.000 öğrenciyle üniversite şehiri Greifswald’a gittik bir kez daha. IGNH ve Prof. Dr. Hüseyin Nazlıkul’un birlikte düzenlediği bu sempozyumun amacı nöralterapistlere anatomik oluşumları yani bedeni üç boyutlu olarak diseksiyon salonlarında yeniden göstermek ve bağ dokusunun histolojik özelliklerini kavratmaktı.
Dört gün süren Sempozyumun ilk iki günü sadece biz Türk nöralterapistleri içindi. Hocamız tüm sunumları hiç yorulmak bilmeden Türkçeye çevirdi bizler için. Her günün programı önce sunumlar, ardından kadavra başında enjeksiyonu yaptığımız her yapının üç boyutlu incelenmesi ve sonrasında da nöralterapinin duayenleri ile beraber workshop uygulamaları ile doluydu. Yine her an bilgi doluydu, bilim doluydu. Zaten 1456 yıllında kurulmuş olan 555 yıllık tarih kokan ancak ve orijinaline sadık şekilde korunmuş Ernst Armt Moritz tıp fakültesinin taş binasının yüksek basamaklı amfisinde, Sobotta’nın kurucusu olduğu anatomi kürsüsünde ve hazırlamış olduğu preparatların arasında olmak bile yeterince etkileyiciydi.Devamı için tıklayın
Strese karşı savaş açmadan elimiz kolumuz bağlı oturursak, ruhsal ve bedensel birçok hastalığa davetiye çıkarmış oluruz. Stresli iken almış olduğumuz besinleri sindirmekte zorlandığımız için bedenimizin asitleşmesine yardım etmiş oluruz. Bunun için bıkmadan, usanmadan stresle başa çıkmanın yollarını bulmaya çalışmamız gerekiyor.
Belli bir oranda stres yaşamak herkes için normaldir. Stresin olumlu tarafları olduğunu da unutmamamız gerekir. Ancak genel olarak stres hepimiz için önemli bir sorundur. Bu sorunla yaşamayı öğrenmek yerine ondan kurtulmak için çare aramalı ve her fırsatta, onu bir silah olarak kullanmaktan kaçınmalıyız.
Stresi azaltmak için bazı öneriler
* Çalışma gününüze limitler koyun ve bu limitlere uyunDevamı için tıklayın
Vücudun bütünü içinde kalın bağırsakların (kolon) çok fazla sayıda görevleri vardır. Sağlıklı bir beden ancak sağlıklı çalışan bağırsakların varlığı ile mümkündür. Mide ve ince bağırsak pasajını geçen besinler en son olarak kolonda işleme tabi tutulur ve taşınan besinler emilerek kana karışır. Kronik kabızlıkta ve bağırsakların iyi çalışmadığı durumlarda, kolonun cidarında sürekli olarak artıklar birikir ve yapışır zamanla kolonun duvarında bulunan floranın değişmesine neden olurlar. Bağırsakların iyi çalışmaması sonucu kanda biriken toksinler bedenimizin zehirlenmesine en sık nedenlerindendir.
Kolon hidroterapi, bedeni oluşan bu toksinlerden temizlemesi işlemidir. Su ile temizliğin yanı sıra, serum ve farklı maddeler verilerek bağırsakları temizlemek mümkündür. Kalın bağırsakların temizlenmesi işlemidir. Kolon hidroterapi cihazı ile yapılır ve insan vücut ısısına yakın bir ısı ve kısmi bir basınç ile kalın bağırsaklar temizlenir. Devamı için tıklayın
FİBROMİYALJİ SENDROMU'NDA ÇARESİZ DEĞİLSİNİZ!
Nedeni tespit edilemeyen ağrılar, psikolojik sorunlar, uyku problemi, sürekli yorgunluk, bağırsak problemleri, ağrılı adet gibi nedeni bir türlü tespit edilemiyen hastalıkların da fibromiyalji olabileceği unutulmamalıdır.
Fibromiyalji sendromu ilk kez 1906 yılında fibrositis olarak tanımlanmış ve bugün tüm toplumun % 2 sorunu olarak karşımızda durmaktadır.
Fibromiyalji sendromu, toplumda sık görülen bir hastalıktır. Çoğunlukla orta yaş kadınlarda görülse de; hem kadın hem de erkeklerde herhangi bir yaş grubunda görülebilir. Fibromiyalji ve diğer kronik romatizmal hastalıklar arasındaki ilişki romatologlar açısından önemlidir.Devamı için tıklayın
Romatizmal hastalığın tedavisi hastalığa ve hastaya göre değişir, her hastaya kişisel bir tedavi planı yapılması gerekir.
Romatizma vücudumuzun hareket etmesini sağlayan kaslar, kemikler, eklemler ve bu yapıları birleştiren bağlarda ön planda ağrı ve hareket kısıtlılığına bazen de şişlik ve şekil bozukluğuna neden olan hastalıklara genel olarak romatizma adı verilmektedir.
Romatizmal hastalığın tedavisi hastalığa ve hastaya göre değişir, her hastaya kişisel bir tedavi planı yapılması gerekir. En uygun tedavinin yapılabilmesi için hastalığa erken ve doğru teşhisin konulması gereklidir. Erken dönemde teşhis güç olabilir bu sebeple hastanın bir süre konunun uzmanı tarafından tetkik edilmesi ve izlenmesi gerekebilir.
Romatizmal hastalıkların bir bölümü çok uzun süre devam edebilir, bazılarının tedavisi uzun sürebilir ve belirtileri zaman içinde değişiklik gösterebilir.Devamı için tıklayın
MİGRENDE YANLIZ DEĞİLSİNİZ!
Migren, ataklar (epizodlar) halinde gelen bir baş ağrısı türüdür. Ataklar 4 ile 72 saat arasında değişen sürelerde olabilir. Kişi ataklar arasında kendini tamamıyla normal hisseder ancak bir sonraki atağın endişesi içindedir. Migrende baş ağrısının yanı sıra; bulantı, kusma, ışığa ve sese karşı aşırı duyarlılık gibi belirtilerde görülür.
Migren yalnızca basit bir baş ağrısı değildir; kişinin günlük aktivitelerini engeller, kendisinin ve yakınlarının yaşam kalitesini bozar ve beraberinde başka belirtileri de vardır.
Her ne kadar medikal tedavide gelişmeler olsa da, günümüzde uygulanan ilaç tedavisi hala semptomatik düzeydedir. Bu tedavilerin amacı; migreni oluşturan sebebi ortadan kaldırmaktan çok ağrıları gidermeye yöneliktir. Oysa migrenle yaşamayı öğreneceksiniz diye yanlış bir inanış vardır ki doğru değildir; Migren günümüze tedavi edilebilir bir hastalıktır.Devamı için tıklayın
Prof. Dr. Hüseyin Nazlıkul’un hekimler için hazırladığı tamamlayıcı ve regülasyon tıbbının başyapıt niteliğindeki “Nöralterapi” kitabı 04.06.2010 tarihinde Nobel kitabevi tarafından bilimsel raflardaki yerini aldı.
Türkiye’de tamamlayıcı tıp ve nöralterapi konusunda eksikliği hissedilen önemli bir açığın giderilmesini hedefleyen “Nöralterapi” kitabı, nöranatomi, nörofizyolji, nörovejatatif sistem, temel madde, temel sistem, bozucu alan ve neden olduğu rahatsızlıklar, lokal anesteziklerin etkileri, nöralterapide gözlenen fenomenlerin bilimsel dayanakları, diş ve diş sağlığının kronik rahatsızlıkların oluşmasındaki yeri ve önemi, bütünsellik içinde beş boyutlu bedenin nörovejetatif sistem üzerindeki bilimsel dayanakları, bağırsakların önemi, enjeksiyon teknikleri ve hastalıkların tedavisinde bütüncül yaklaşımın yer aldığı 420 sayfalık bir başeser olmuş.
Prof. Dr. Hüseyin Nazlıkul’un yazdığı ve hazırladığı, tamamlayıcı tıp konusunda bilinen Almanca kaynakların içeriğini ve bilimselliğini aratmayan kitap, Türk hekimlerinin türkçe ilk nöralterapi kitabıdır.Devamı için tıklayın
Çölyak hastalığı bağırsaklarda emilimi sağlayan villusların bozulması ile ince bağırsaklarda hasar oluşturan bir sindirim sistemi hastalığıdır. Villuslar özellikle ince bağırsakta emilimi sağlayan yapılardır. Bu hastalıkta villuslar düzleşir ve görevini yapamaz hale gelir. Bu nedenle kişi ne kadar çok yiyecek yerse yesin, emilim tam olarak gerçekleşmediği için iyi beslenemez.
Çölyak hastalığı, gluten enteropatisi olarak da bilinmektedir. Bu hastalar gluten içeren yiyecekler yediklerinde, bağışıklık sistemleri bu durumu ince bağırsaklara zarar vererek yanıtlar. Bağışıklık sisteminin vücudun kendisine zarar vermesinden dolayı, çölyak hastalığı bir otonom bağışıklık sistemi rahatsızlığıdır. Bununla birlikte sindirim rahatsızlığı olarak da sınıflandırılabilmektedir.
Çölyak hastalığı genetik bir hastalıktır; bunun anlamı kişinin ailesinde de bu hastalığın görülebilmesidir. Hastalık kişilerde yaşamın her hangi bir bölümünde ortaya çıkabilmektedir. Kimi kişilerde çocukluk, kimilerinde ergenlik, kimilerinde ise orta yaş grubunda kendini göstermektedir. Bazen hastalık herhangi bir ameliyat, hamilelik, doğum, bir viral infeksiyon ya da şiddetli duygusal stresten sonra tetiklenebilir. Devamı için tıklayın
Uyku, bedenimizde dolayısıyla hayatımızda her şeyin düzene konulduğu, tamir ve tedavi edildiği son derece önemli bir süreç olarak yaratılmıştır.
Hayvanlar üzerinde yapılan deneysel çalışmalarda, bir kaç hafta uykusuz kalmanın ölüme neden olabileceği ispat edilmiştir.
Yetersiz uyku ile zihinsel güç kaybı arasında yakın bir ilişki olduğu da, uykusuz kalan insanların zihinsel çalışmalarının tamamen durduğu ve düşüncelerini hiçbir şeyin üzerinde yoğunlaştıramadıkları da ispat edilmiştir. 48 saat uykusuz bırakılan yüksek öğrenimli kişilerin, ilkokul çocuklarına öğretilen matematik işlemleri yapamadıkları da çalışmalarda görülmüştür.
Uyku, beynin dinlenme vakti değil tersine vücudun dinlenme ve tamir işiyle meşgul olduğu zamandır. Beynin elektriksel yapısı üzerinde yapılan araştırmalar zihnimizin uyku esnasında en az uyanık dönemde olduğu kadar yoğun çalıştığını göstermiştir. Aradaki tek fark gece ve gündüz yapılan işlerin farklı olmasıdır.Devamı için tıklayın
Konstipasyon veya diğer bir adıyla kabızlık terimi hastalar tarafından dışkılama sıklığının azlığı, yetersiz dışkılama, aşırı sert dışkı veya perianal hastalıkların sonucu gelişen dışkılama için kullanılır. Sağlıklı insanların yaklaşık % 95’inde günde üç kez dışkılamadan haftada üç kez dışkılamaya kadar çok değişken sayılır olduğu için konstipasyon; dışkılamanın mutlak sayısından çok, bireyin önceki dışkılama alışkanlığından sapmalar yönünde değerlendirilmesi daha anlamlı olur.
Kabızlığın çok sayıda nedeni olabilir?
Liften fakir beslenmek, dışkılama alışkanlığına sahip olmamak, tiroid bezinin az çalışması, ameliyatlar sonrası, antidepresan ya da ağrı kesici vb ilaçlar, bağırsak hastalıkları, bazı nörolojik hastalıklar, tümörler…
Konstipasyon deyip geçmemek gerekiyor. öncellikle konstipasyon nedenin iyice araştırılması, hastanın detaylı bir anamnezinin alınması, muayaene edilmesi ve gerekli tahlillerin yapılması gerekiyor. Ama kabızlığı olan herkese hemen ilk adımda kolonoskopi yapılması gerekmiyor.Devamı için tıklayın
Reflü hastalık değil, sonuçtur!
Reflü kelime anlamı olarak geriye kaçış demektir. Gastro özofageal reflü (GöR) de yenilen besinlerin mideden yemek borusuna doğru bazen ağza kadar geri dönmesidir.
Ülkemizde çok sık rastlanan bir durumdur. Pek çok sebepten dolayı sağlıklı beslenmeden uzaklaşan bir toplumuz. Reflü hastalık değil, bir sonuçtur. Bağırsak flora bozukluğunun bir sonucudur.
Mide girişi ve/veya yemek borusu (özofagus) çıkışındaki yapısal bir bozukluğa, gevşeklik ya da yetmezliğe bağlı olarak gelişen reflü, yaygın görülen reflü vakalarının çok az bir kısmını oluşturur. Reflünün en yaygın sebebi barsak flora bozukluğudur. Devamı için tıklayın
Nöralterapi vejetatif diğer bir adıyla otonom sinir sistemine etki ederek vücudun iç dengesine kavuşmasını sağlayan lokal (bölgesel) bir enjeksiyon yöntemidir. Aynı zamanda vücudun tamir sistemlerini de harekete geçirerek bedenin kendi kendisini tedavi etmesine izin verir. Bu nedenle de etkileri kalıcıdır.
Vejetatif Sinir Sistemi = Otonom sinir sistemi: Vücudun tüm otonomik (istemsiz) işlevlerini düzenleyen sistemin bir parçasıdır. Kalbin çalışması, kan basıncının kontrol edilmesi, hormonların düzenlenmesi, sindirim sisteminin çalışması, bağırsak hareketleri, idrar çıkartılması, cinsel işlevler, adet görme, terleme ve vücut sıcaklığının ayarlanması gibi temel işlevler hep bu sistem aracılığıyla yapılmaktadır.
Bu sistemde bir düzensizlik olması, kalp çarpıntısı, tansiyon sorunları, sindirim problemleri, kabızlık ve ishal, hormon düzensizlikleri (buna bağlı üreme problemleri), adet düzensizlikleri, aşırı terleme veya aşırı sıcak hissetme veya çok üşüme gibi rahatsızlıkları oluşturmaktadır. Bu da bize hastalıkların otonom sinir sistemi üzerinden semptom verdiğinin ispatıdır. Devamı için tıklayın
Sigaranın sağlık üzerindeki kötü etkileri araştırmalarla kanıtlanmıştır. Bu araştırmalar göre, sigara tiryakisi erkeklerin yaklaşık %40'ı henüz emeklilik yaşına gelmeden hayatını kaybetmektedir. Bu oran sigara kullanmayanlarda %18'dir. Sigara kullanan kadınlarda ise rahim kanseri riski çoğalmaktadır, hamile kadınların sigara içmesi ise sakat ve ölü doğumlarla sonuçlanmaktadır.
Tüm bunlara rağmen, sigarayı bıraktığınız anda vücut kendi kendini tamir etmeye başlar. On yıl içinde vücut hiç sigara içmemiş gibi olur. Ancak, sigarayı bırakmak için kanser ya da kalp hastası olmayı beklerseniz, vücudunuzun kendini tamir etmesi için pek fazla vakti olamayacaktır. Ne yazık ki, bu hastalıklar çoğunlukla öldürücüdür. Sigarayı bırakmanız için daha iyi bir sebep olamaz. Ne Dersiniz?
Sigarayı Bırakmanın Yararları:
[ Yaşamınıza yıllar katar (içilen her bir sigara 15 dakika ömrünüzü azaltır). Devamı için tıklayın
Hayata sıkı sıkı sarılmak, sağlıklı yaşamak, mutlu olmak için yapmamız gerekenler. Peki nasıl?
Gökkuşağını yiyin:
Bu aylarda kırmızı lâhana, turuncu havuç, beyaz lahana, yeşil brokoli, elma... Yazın da kırmızı domates, mor patlıcan, yeşil fasulye ve diğerleri... Ancak renkli beslenirken mevsime ait sebze ve meyveleri tüketmek önemli. Uzmanlar sebze ve meyvelerin içerdikleri beta-karoten gibi renkli maddelerin, anti oksidan özellikleri nedeniyle kanser riskini azalttığı konusunda hemfikirler. Avrupa Kanser Araştırma Merkezi'nin (EPIC) verileri de bunu doğruluyor. Bu yüzden ajandanıza günde 5 porsiyon meyve sebze yeme ve bunların da farklı renkte olmasına dikkat etme notunu düşebilirsiniz.Devamı için tıklayın
Akupunktur: İki kelimenin birleşiminden meydana gelmiş bir kelime.
Acus: İğne puncture: batırmak; (acupuncture) akupunktur: İğne batırmak demek.
Akupunktur tedavisi: Yeri ve özelliği olan belirli noktalara, akupunktur eğitimi almış bir doktor tarafından, belirli bir süre akupunktur iğnesi batırılarak yapılan tedavi demektir.
Bu tedavinin beşbin yıllık bir tarihi vardır.
Akupunktur felsefesine göre, insan vücudunda 12 çift 2 de tek olmak üzere 14 meridyen vardır. (Ayrıca esktra meridyenler de var.) Bu meridyenlerin üzerinde de 360 tane akupunktur noktası bulunuyor. Son yıllarda yapılan araştırmalarda bu noktalara bin tane yeni nokta daha ilave edilmiştir.
İnsanın doğuşundan itibaren vücudunda var olan ve “çi/qi” adı verilen hayat enerjisi, bu meridyenlerden 24 saat süreyle bir ömür boyu akacaktır. Devamı için tıklayın
“Kaybedilen hiç kimse yoktur ama daha kazanılacak çok meslektaşımızın olduğuna inanıyoruz. Nöralterapinin Türkiye’deki tüm hekimlere ulaştırılması şiarıyla yolumuza devam edeceğiz.” Hüseyin Nazlıkul Nöralterapi iyileşme elde etmek için lokal anestezikler kullanılarak vegetatif sinir sisteminin düzenlenmesi esasına dayanır.
“Kaybedilen hiç kimse yoktur ama daha kazanılacak çok meslektaşımızın olduğuna inanıyoruz.
Nöralterapi’nin Türkiye’de ki tüm hekimlere ulaştırılması şiarıyla yolumuza devam edeceğiz.”
Hüseyin Nazlıkul
Nöralterapi iyileşme elde etmek için lokal anestezikler kullanılarak vegetatif sinir sisteminin düzenlenmesi esasına dayanır.
İki Alman doktor kardeş Huneke’ler ilk defa bir hastalarında lokal anestezik kullanarak tedaviyi denemiş ve iyi yanıt alınca üzerinde çalışmaya başlamışlardır. Aslında bu daha önce denenmiş fakat sonra unutulmuş bir yöntemdi. Huneke’ler ise ısrarla bu yöntemi denemiş ve deneyimlerini sistematik bir biçimde kaydederek Nöralterapinin ilk bilimsel temellerini oluşturmuşlardır. Daha sonra Ricker, Pischinger, Heine ve Dosch çok önemli katkılar sağlamışlar ve Nöralterapinin etki mekanizması ve vegetatif sinir sisteminin rolü hakkında çok öenmli çalışmalar yayınlamışlardır.
Nöralterapinin bugün geldiği noktada İsviçre’de Bern Üniversitesi'nde Nöralterapi bir üst ihtisas olmuştur ve Avrupa'da birçok Tamamlayıcı Tıp Kürsüsünde temel disiplinler arasında yerini almıştır. Devamı için tıklayın
Adet döneminiz başlamadan önce çok duyarlı olur musunuz? Sakarlığınız artar mı? Canınız şiddetle tatlı veya tuzlu şeyler çeker mi? Bu dönemde kilo artışınız olur mu? Eğer bu ve benzeri sorulara cevabınız evet ise siz premenstrüel sendrom (PMS) yaşıyorsunuz demektir.
PMS ile ilişkili 150'den fazla fiziksel ve fizyolojik bulgu olmasına rağmen pek çok kadında bu bulguların sadece birkaçı görülür ve maalesef bu bulgular adet gören kadınların yüzde 90'ında görülür. Yüzde 10 kadında ise çok daha şiddetli bulgular vardır. Bu semptomlar genellikle adet kanamasından yaklaşık bir hafta önce başlar ve adet ile durur veya hafifler.
PMS'in bazı fiziksel bulguları aşağıdaki gibidir:
Karında kramplar, iştah artışı, bel ağrısı, göğüslerde duyarlılık, kabızlık veya ishal, seks dürtüsünde azalma, baş dönmesi veya baygınlık, halsizlik, bulantı, kusma, sık idrar, baş ağrısı, ödem ve şişkinli kilo artışı (2.5 kg kadar)
PMS'le bağlantılı bazı ruhsal değişiklikleri ise şunlardır:
Saldırganlık, depresif duygulanım, duyarlılık artışı, konsantrasyon güçlüğü, ani duygulanım değişiklikleri, gerginlik, unutkanlık, yanlız kalma isteği.
TEDAVİ
Aşağıdakilerden bazılarını birkaç ay boyunca uygulamalı ve yararı olup olmayacağını görmelisiniz. Devamı için tıklayın
Çoğu zaman duyduğumuz, gördüğümüz, okuduğumuz tatsız olaylar sanki hiç bizim başımıza gelmezmiş gibi yaşıyoruz. Bence kan nakli ihtiyacı da bu konulardan biri. Kızılay, kan merkezleri, mail zincirleri, radyo anonsları. "... grubu kana ihtiyaç vardır!" Bugüne kadar ne çok defa duymuşuzdur bu feryadı. Acaba gereken hassasiyeti ne kadarımız gösteriyoruz? Bugün biraz bu konunun temel bilgilerini paylaşmak istiyorum sizinle. Ve hatta konuya kanın yapılarıyla başlıyorum. Buyurun!
Kan, plazma ve şekilli elemanlardan oluşur. Şekilli elemanlar alyuvar (eritrosit), akyuvar (lökosit) ve trombositlerden oluşur. Alyuvarlar dokulara oksijen taşıyarak yaşamı sağlayan hemoglobini taşır. Akyuvarlar vücudumuzu savaşçı hücreleridir. Trombositler kanamayı durduran elemanlardır. Plazma su, tuz, hormon ve diğer maddeleri içeren, kanın yarısını oluşturan sıvı kısımdır. Devamı için tıklayın
Bugüne kadar aranızda hiç hasta olmayan, hiç ilaç kullanmayan, hiç doktora ya da eczaneye gitmemiş olanınız var mı çok merak ediyorum! Aslında sormak istediğim şey aramızda ağrı ile tanışmayan, ağrı çekmeyen var mı?
Ağrı insanlık var olduğundan bu yana var olan bir duyumdur. Ağrı nedir diye sorarsak, bir semptomdur (hastalık bulgusu), bir hastalıktır, bir algıdır ve en önemlisi vücudun bir savunma mekanizmasıdır.
Peki ağrı nasıl oluşur? Herhangi bir travma varlığında (çarpma, vurma, kesi, bakteri, yakıcı madde, ısı, asit, yanık…) oluşan yangı (enflamasyon) reaksiyonunda açığa çıkan maddeler sinir sisteminin çeşitli yapılarını uyarır. Ve ağrı bu uyarı ile merkezi sinir sistemi tarafından tanımlanan bir duyu olarak karşımıza çıkar.
Ağrının o kadar çok sınıflaması vardır ki kaynağına göre, süresine göre, şekline göre, oluş mekanizmasına göre… Ama ağrı çeken için önemli olan tabii ki sınıfı değil çektiği ızdıraptır. Bu sebeple hemen ağrıyı dindirme yolları aranır. Maalesef hemen her evde bulunan, hatta bakkallarda bile satılan ya da komşumuza iyi gelmiş olan ağrı kesici ilaçlardan alınır. Bu baş ağrısı, diş ağrısı, kol ağrısı, bacak ağrısı, karın ağrısı hiç fark etmez, bir ağrı kesici alınır. Devamı için tıklayın
Pıhtı oluşumu, yaralandığımız zaman ya da bir yerimiz kesildiği zaman bizi aşırı kanamadan koruyan normal bir mekanizmadır. Ancak fazla ve istenmeyen pıhtı oluşumu damarları tıkayarak felç, kalp krizi, organ infarktı, doku ölümüne… yol açabilmektedir. Kumadin tromboembolik bozuklukları (zararlı pıhtı oluşumu) önlemek ve kontrol etmek için kullanılan kanı sulandırıcı, antikoagülan (pıhtılaşmayı önleyici) bir ilaçtır.
İlaç, karaciğerde K vitamininin etkisini azaltarak ve sentezlenmesi için K vitaminine ihtiyaç duyan bazı pıhtılaşma faktörlerinin yapılmasını azaltarak etki eder.
İlacın en önemli yan etkisi fazla miktarlarda alındığı zaman kanamaya eğilimi arttırmasıdır. Bu nedenle kanamaya yol açmayacak ama pıhtı oluşumunu azaltacak dozlarda ilacın kullanılması gerekmektedir.Devamı için tıklayın
Vücudumuzu ayakta tutan en önemli yapı omurgamızdır. Omurga, üst üste duran omurlardan oluşur ve ortalarında bir kanal vardır. Bu kanaldan beynin devamı olan omurilik geçer. Bir anlamda omurga omuriliğin kemik koruyucusudur. Beyinden vücuda giden veya vücudun çeşitli yerlerinden beyine dönen sinirler omurilik içinde seyreder.
Boyun bölgesinde 7 adet omur bulunur. Bu bölgede her omur hizasından çıkan sinirler başlıca kola ve sırtın üst bölgesine yayılarak duyu ve hareketi sağlar. Her omur arasında disk adı verilen, destek görevi yapan ve omurların basısını azaltan bir kese mevcuttur. Disklerin jelatin kıvamındaki iç kısımlarının daha kuvvetli olan dış kısmı bir sebeple yırtmasına boyun fıtığı (herni) diyoruz. Bu fıtıklaşma sonucu omurilik ve sinirlere olan basıdan dolayıdır ki boyun fıtığı ağrı ve fonksiyon kaybıyla seyreden bir hastalıktır. Hastada şiddetli değişen boyun ağrısıyla birlikte kola yayılan ağrı, uyuşma mevcuttur. Durumun ilerlemesi ile kolda kuvvetsizlik, daha da ilerlediği ve omuriliğe bası yaptığı durumlarda tüm vücutta hareket kusurları ortaya çıkabilir hatta yatağa bağımlı hale gelen hastalara rastlanır. Boyun fıtığı için risk oluşturan durumlar; Devamı için tıklayın
Sinüsler kemik içinde bulunan boşluklardır. Burnun yan taraflarında (maksiler), üst tarafında (frontal), arka ve yan üst taraflarında (etmoid ve sfenoid) olmak üzere 4 grup halinde bulunurlar.
Sinüslerin, sesin rezonansının sağlanması, solunum havasının nemlenmesi, ısıtılması, zararlı partiküllerin tutulması ve baş ağırlığının azaltılması gibi görevleri vardır.
Bütün sinüsler birer delik aracılığı ile burun boşluğu içine açılırlar. Bu sayede hava akımları sağlanır ve iç yüzlerini kaplayan mukoza tabakasının salgısı burun içine oradan da boğaz ve mideye dökülür.
Burun ve sinüslerde her zaman bakteri ve virüs bulunur ancak sağlıklı hava ve kan dolaşımı olan bir sinüste her zaman iltihap olmaz. Eğer sinüsün normal çalışmasına engel olacak bir durum varsa bu durumda sinüs iltihabı (sinüzit) gelişir. İşte sinüslerin iç yüzeyini örten mukozanın iltihabına sinüzit diyoruz. Devamı için tıklayın
Sorun ya da hastalık olarak uykusuzluk denildiğinde işe güce yoğunluğa bağlı olmadan, gerçekten uyumak için uyku saatinde yatağa girip de saatlerce bir sağa bir sola dönerek uyuyamamaktan bahsediyoruz. Toplam uyku saati olarak değil yeterli süre ve kalitede uyku alamamak, güne enerjik dinlemiş başlayamamaktan bahsediyoruz. Uyumak isteyip de uyuyamamaktan bahsediyoruz.
Uykusuzluk ağrıdan sonra en çok bildirilen ikinci şikâyettir. Uykusuzluk sorununun yol açtığı kayıplar Amerika’da yapılan bir çalışmaya göre yılda 150 milyar dolara varmaktadır. Yurdumuzda da böyle bir çalışma yapıldığında eminim sonuçları çok benzer olacaktır.
Uykusuzluk iş gücünü, verimliliği, günden keyif almayı kısaca hayat kalitesini gerçek anlamda bozan bir durum olarak karşımıza çıktığı için tıpkı ateş gibi, ağrı gibi, kilo kaybı gibi araştırılması gereken bir hastalıktır. Devamı için tıklayın
Bir süre ambulans doktorluğu yapmıştım. Öyle zordur ki içeride saniyelerle yarışırken, ambulans şoförünün yerinde duramadığını ve parmaklarının direksiyona geçtiğini görürsünüz. Haklıdır çünkü biz sürekli "Daha çabuk daha çabuk" derken, öndeki araçlar bir türlü ilerleyemez ve şoför bir türlü sol şeritte olmasına rağmen yol alamaz.
Trafik karışır...
Korna sesleri...
Bir karmaşa...
Ambulans sireni ve kriz...
İşte böyle bir kriz yaşamış bir okurum...
Dinliyoruz: "Ambulans sol şeritten sirenle gelirken, kendi şeritlerinde olmadığı için sağ şeritteki arabalar gayet rahatlar. Oysa bu siren sağ şerittekiler için! Çünkü sağ şeritteki araba duracak, önünde yer açılacak ki soldaki arabalar bu boşluğa girip sol şeritteki ambulansa yol açsın. Yoksa sağ şerit yol vermeden ilerlemeye devam ederse soldaki arabalar nasıl yol versin ambulansa?” Doğru söze ancak şapka çıkarılır!
Lütfen bu konuda dikkat edelim ve yukarıda yazılanları hep hatırlayalım.
Ambulansın içinde yaşananları hiç öğrenmemeniz dileğimle…
Dr. Tijen ACARKAN
Sabah mutlaka kahvaltı yapın...
1- Sabah güçlü bir kahvaltıyı mutlaka yapın. (poğaça, simit, börek ve çay, kahveden oluşan kahvaltıların hemen hiç besleyici değeri olmadığını unutmayın.)
2- Kahve yerine çay özellikle doğal bitki çayları için. çocuklarınızın ise her öğün süt içmelerine özen gösterin.
3- Bütün besinlerin doğal olanlarını tercih edin. Dondurulmuş yemekler, konserveler, hatta kurutulmuşlar yerine tüm besinleri taze olarak tüketin. Katkı maddesi içeren her türlü besinin zararlı olma ihtimalini unutmayın.
4- Detoks ve barsak sağlığınız için öğünlerinize yoğurt ya da kefir eklemeyi ihmal etmeyin.Devamı için tıklayın
Çağımızın en yaygın hastalığı olan kanserle ilgili heryerde yayınlar, programlar, konferanslar, bilgilendirme çalışmaları yapılmakta. Bu durum sadece kanser için değil tabii. Günümüzde her konuda bilgiye ulaşmak o kadar kolay ki artık ama bilginin ömrü de bir o kadar kısa bu sebeple. Buradan yola çıkarak meme kanserli hastaların dikkat etmeleri gereken birkaç konuyu, onkolog ve ozon terapisti Murat Baş'ın bizimle paylaştığı bir makalesinden sizlere sunmak istiyorum.
Vücuttaki yağ dokusu azaltılmalı bunun için egzersiz yapılmalıdır.
Beslenmedeki yağın azaltılmasına dikkat edilmelidir. Zeytinyağı kontrollü bir biçimde yenilebilir.
Kanserden korunmak için Omega 3 yağ asidi mutlaka alınmalıdır.
Mümkünse beyaz et özellikle balık yenmelidir.
Sebze ağırlıklı bir beslenmeye geçilmelidir. Mevsimlik sebze ve meyvelerin yenilmesine, sera sebze ve meyvelerden ise kaçınmaya azami dikkat gösterilmelidir. Devamı için tıklayın
Tiroid bezi, boyunda nefes borusunun tam önünde, kelebek şekline benzeyen, hormon üretmekle görevli, 20–25 gram ağırlığında bir küçük organdır. Tiroid bezi T3 ve T4 hormonlarını üretir. Bu hormonları etkisiyle kas, kemik, beyin ve tüm dokuların çalışmaları üzerinde etkilidir. Vücut metabolizmasının düzenlemesi gibi hayati önemi vardır. Bu nedenle tiroid bezinde ortaya çıkan sorunlar çok geniş yelpazede şikayetlere neden olur.
Tiroid bezinin çok ya da az çalışması, büyümesi ya da küçülmesi gibi her türlü hastalığı halk arasında guatr olarak bilinir.
Tiroid bezinin çok çalışmasına hipertiroidi denir. Belirgin zayıflama, çarpıntı, sıcağa tahammülsüzlük, sinirlilik, çift görme, yerinde duramama, gözlerde büyüme ve bazı psikiyatrik belirtiler görülebilir. Hipertiroidideki göz büyümesi, göz kapaklarının gözü tam kapatamamasına egzoftalmi denir ve sigara bu şikayeti arttırır.
Tiroid bezinin az çalışmasına ise hipotiroidi denir. Ödem, belirgin halsizlik, kilo vermekte zorlanma ya da kilo alma, ciltte ve saçlarda kuruma, saç dökülmesi, kabızlık, soğuğa tahammülsüzlük, seste kalınlaşma ve yine psikiyatrik belirtiler görülebilir.
Tiroid bezinin büyümesi genel veya nodüler tarzda olabilir. Nodüller tiroid bezinin aşırı hormon yapmasına neden oluyorsa sıcak, olmuyorsa soğuk nodül diye adlandırılır. Nodüler tarzda büyümeye halk arasında iç guatr denilmektedir. Sıcak ve soğuk nodüllerin tanısı tiroid sintigrafi ile konulur. Büyük çaplı soğuk nodüller kanser riski taşımaktadır. Devamı için tıklayın
Kırmızı
Kırmızı renkli yiyecekler likopen bakımından zengin ve kanser riskini azaltıyor. Kırmızı renkli yiyeceklerin başında domates, karpuz, pembe greyfurt sayılabilir.
Mora yakın yiyecekler de aynı özelliğe sahiptir. Üzüm, kırmızı şarap, böğürtlen, ahududu ve kırmızı elma bu tür yiyeceklerin başında gelir.
Portakal sarısı
Bu tür yiyecekler alfa ve beta keroten içeriyor, kanserin yayılmasını önleyici ve hücreleri yenileyici.. Havuç, mango, kış meyveleri ve tatlı patates.
Sarı ve portakal sarısı
Bu tür yiyecekler başta C vitamini olmak üzere hücreleri koruyor ve beta-kriptoksin gibi birçok mineraller içeriyor. Portakal, yeşil fasulye ve avokado bu grupta anılıyor. Devamı için tıklayın
Vücudumuzu yöneten beynin, bazı baskılarla görevini yapamaz hale geldiği biliniyor. Yapılan bir araştırmada beynin düşünce ve tasarım yeteneğini en çok korku ve stresin engellediği belirlenmiş.
Beynin pırıltısını önleyen 10 unsur ise şöyle:
Korku: Düşünceleri felce uğratıyor ve sağlıklı düşünmeyi engelliyor. Bu durumda kesin olarak korkunuzun kaynağını bulmanız gerekiyor.
Stres: Beyni en fazla durduran stres, fazla yüklenme anlamına geliyor. Çözüm: Görev dağılımı yapın, reddetmeyi öğrenin ve çok vaatte bulunmayı terk edin. En önemlisi de kalbinizi takviye edip, huzura kavuşturun.
Telaş: Yeteri kadar zaman olmadığını düşünüyorsanız, birinci derece önemli ile ikinci derece önemli ayırımı yapın.
Kurallar: Düşünmenizi engelleyen ilkelerinizi gözden geçirin ve kontrol edin. Devamı için tıklayın
Bazen bir herpes virüsü bir arka kök gangliyonunu enfekte edebilir. Bu durum gangliyonun normalde inerve ettiği dermantomal segmentte şiddetli bir ağrıya yol açar. Böylece vücudun bir yarısının etrafında segmenter bir ağrı ortaya çıkar. Bu hastalığı aşağıda tanımlanan kabartılardan dolayı herpes zoster veya zona denir. Herpes zoster bir virüs hastalığıdır.
Herpes zosterin en önemli komplikasyonlarından biri, postherpetik nevraljidir. Bu durum, özellikle yaşlı bireylerde ortaya çıkar ve lezyonların iyileşmesinden sonra bir yıl kadar devam eder. Oldukça şiddetli ağrı tablosu hakimdir. Tanıda, klinik lezyonlar çok tipikse de bazı olgularda vezikül sıvısında yuvarlak balonlaşmış, multinükleer keratinositlerin izlenmesi, herpes virüs enfeksiyonunu düşündürür. Ayrıca kültür yapılabilir. Ağrının olasılıkla arka kök gangliyonundaki nöronların virüs enfeksiyonu tarafından uyarılması ile ortaya çıktığı düşünülmektedir.
Takip ve tedavi edilen hastaların çoğunda herpes zoster nevraljisinin ortaya çıkmasının altında asıl nedenin bağışıklık sistemi zayıflığının yattığı bilinmektedir. Çok şiddetli ve nevraljinin yaygın olan ve bağışıklık sisteminin tamamen zayıflayan hastaların HIV açısından da değerlendirilmesi gerekir. Devamı için tıklayın
Bronşiyal astmalı hastalar bronkospazm, mukoza ödemi ve yapışkan sekresyona bağlı olarak, solunum güçlüğü ve wheezing krizlerinden şikayetçidirler. Bazen bu semptomlar kalıcı olur ve zaman zaman daha da şiddetlenir. Hastalığın sebebi olarak birçok faktör rol oynar. Bu faktörleri başlıca şöyle sıralamak mümkün; eksternsek (alerjik) astma, insternsek astma (geç başlayan astma), eforla gelen astma, paroksistik öksürük ve erken sabah astması, kronik bronşit veya anfizem, meslek astımı vb.
Fizyolojik açıdan, alerjik astım American Thorasic Society and American College of Chest Physicains Committee (ATSC)‘nin tanımladığı gibi çeşitli stimulanlara karşı trake ve bronşların artmış cevabı ve değişik derecelerde yaygın hava yolları obstrüksiyonu ile karakterize bir hastalıktır. Spontan ya da tedaviye hava yollarındaki darlığın şiddeti değişir. Astım tanısı için bronkodilatatör veya glukokortiod uygulanarak bronkospazm reversibilitesini ölçmek gerekmektedir. Başlangıç değeri normal olan hafif vakalarda bronkokonstrüktif bir stimulusdan önce ve sonra yapılacak spirometrik testler astma cevabı gösterebilir.
Astmanın nedeni bilinmemektedir. Hatta astmanın tek bir nedenle oluşan tek bir hastalık mı olduğu, yoksa birçok ayrı nedenle oluşan bir semptom kompleksi mi olduğu bile açık değildir. Astmada belirgin bir ailesel risk mevcuttur. Alerjik rinit, alerjik astma ve egzamantöz dermatit gibi hastalıkların semptom kompleksine ‘atopi’ denir. Ancak atopinin genetik bazı hala bilinmemektedir. Devamı için tıklayın
Asit-baz dengesi, vücut sıvılarındaki hidrojen iyonu (H+) konsantrasyonun dengesi anlamına gelir. Vücut sıvılarında çok az miktarda H+ iyonu bulunmasına rağmen, konsantrasyondaki çok küçük değişiklikler bile hücrelerdeki enzimatik reaksiyonları ve fizyolojik olayları etkileyerek bazılarını baskılar, bazılarını ise hızlandırır. Bu nedenle hidrojen iyon konsantrasyonunun düzenlenmesi, homeostazisin çok önemli bir parçasıdır.
Sağlıklı bir insanın kanında 36-40 nmol/L hidrojen iyonu bulunur. Vücuttaki yüksek hidrojen iyon konsantrasyonuna asidoz, düşük hidrojen iyon konsantrasyonuna ise alkaloz adı verilir.
Asit ve Bazların Tanımı
Proton verici molekül veya iyonlara asit, proton alıcı molekül veya iyonlara ise baz adı verilir. Eğer protonun aslında bir hidrojen iyonu olduğu göz önünde bulundurulursa, asitler eriyiklere hidrojen iyonu katan molekül ya da iyonlardır. Bazlar ise eriyikteki hidrojen iyonunu bağlayarak oradan uzaklaştırırlar.Devamı için tıklayın
Bozucu alan nedir ve bozucu alan tedavisi ve buna somut bir örnek verebilir misiniz?
Ameliyat sonrası ortaya çıkan nedbe dokuları pek çok hastalığa neden olmaktadır.
Aksi ispat edilmedikçe tüm skarlar problem teşkil edebilirler.
Sadece nedbe dokuları değil, geçirilmiş bir hastalık, kullanılmış ilaç, bağırsak florasındaki bozukluk, yaşadığımız ev, içtiğimiz su, kullandığımız cep telefonu, geçirdiğimiz diş tedavileri, doğum ve özellikle sezaryen ile yapılan doğumlar, giydiğimiz elbiseler hepsi birer bozucu alan olabilir.
Nöralterapi ana ilkelerinden biri bu bozucu alanları ortadan kaldırmaktır. Sezaryen sonrası yaşamları değişen pek çok kadın vardır. Modern tıp kapsamında bu insanlar yıllarca doktor doktor gezmektedirler. Her geçen gün ağrıları ve şikayetleri değişmekte ve şiddetlenmektedir.
Nöralterapi sayesinde çok kısa zaman içinde insanları sağlıklarına kavuşturmak mümkündür.
Dr. Tijen Acarkan